Güney Kafkasya’da Yeşeren Barış Umudu – Fatih Ceylan

19 Mart 2025
10 dk okuma süresi

Son Beş Yıla Panoramik Bakış 

Pandemi dönemi sonrasında hızlanan dünya siyaseti ABD’de Trump’ın işbaşına gelmesiyle baş döndürücü bir tempo eşliğinde hareketlendi. Bilindiği varsayılan uluslararası düzen altüst oldu. Güç politikaları her tür ve tezahürüyle küresel ilişkilere damgasını vurdu. 

Jeopolitik çekişmenin mükemmel bir kasırgaya doğru sürüklendiği bu dönemde Türk dış ve güvenlik politikasının gündemini uzunca bir süre tayin edecek bölgesel tabanlı, küresel ölçekli dört ana mesele uluslararası ilişkiler alanında  çalışan akademisyen ve analistleri yakın gelecekte fazlasıyla meşgûl etmeye aday. Bunların ilki, sosyolojik ve kavramsal yanı bir kenara koyulacak olursa, Trump yönetiminin Ukrayna’da savaşın sonlanmasını hedefleyen vites değişikliğiyle birlikte başlayan ABD-Avrupa ayrışmasının bu ikili arasında geniş bir alana yayılan ilişkilere etkileri; ikinci mesele Ukrayna barışının şekli ve kapsamına bağlı olarak belirlenecek Avrupa güvenlik mimarisi çerçevesinde Rusya’nın statü ve konumu; üçüncüsü Aralık 2024’te Suriye’de Esad rejiminin devrilmesiyle işbaşına gelen Şara yönetiminin içeride ve dışarıda izleyeceği politikaların Ortadoğu için ortaya koyacağı sınama ve fırsatlardır. Dördüncü mesele ise, bu yazıda ele alacağımız 13 Mart’ta açıklanan Azerbaycan-Ermenistan barış anlaşması metninin imzalanmasıyla birlikte Güney Kafkasya’da meydana gelecek gelişmelerin seyri. 

Karabağ Savaşı Sonrası Gelişmeler ve Barış Umudu 

2020 Sonbaharı’nda patlak veren 44 gün süren II. Karabağ Savaşı Güney Kafkasya’da barışın filizlenmesi açısından bir dönüm noktası oldu. Bu savaşla birlikte Azerbaycan ilk aşamada Karabağ’ı çevreleyen topraklarını işgâlden kurtardı ve ilerleyen süreçte Karabağ’da da egemenliğini yeniden tesis etti. Son otuz yıldır devam eden statükoyu kendi irade ve azmiyle kendi lehine çevirme başarısını sergiledi. 

İki ülke arasındaki çatışmalar sırasında Ermenistan’da işbaşında bulunan Paşinyan Hükûmeti, gerek Ermenistan’daki sertlik yanlısı çevrelerde, gerek Ermeni diasporasında oluşan dirence rağmen, savaş sonrası ortaya çıkan yeni durum karşısında Ermenistan’ın ve Ermenistan’da yaşayan Ermeni toplumunun geleceği için gerçekçi ve sağduyulu bir yol izlemekte sebat etti. 

Ülkesini ve toplumunu geçmişin dogmatik prangalarından kurtarmaya ve her bakımdan kan kaybeden Ermenistan için uygar bir gelecek hazırlamaya yönelen Paşinyan yönetimi, Azerbaycan’la kalıcı bir barış anlaşması imzalamayı gündeminin öncelikli maddesi yaptı. Bunun zamanlaması, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş sonucunda kayıplara uğradığı ve son gelişmelerle birlikte 2015’ten beri varlığını pekiştirdiği Suriye’den büyük ölçüde çekilmek zorunda kaldığı; Gazze’deki çatışmalar sonucunda bölgedeki vekil güçlerinin ağır darbeler aldığı, dolayısıyla prestijiyle birlikte bölgesel güç ve nüfuzundan da geniş çapta mahrum kalan İran’ın konumunun derin sarsıntıya uğradığı bir döneme denk geldi. 

Ermenistan’ın yenilgisiyle sonuçlanan II. Karabağ Savaşı sonrasında Paşinyan yönetimi, iç siyasî zorluklarına rağmen Azerbaycan’la barış yapma sürecine gerçekçi bir perspektifle yaklaşma becerisini sergileyebilmiştir. İkili ve çoklu çerçevelerde bu gerçekçi bakış açısıyla uyumlu bir tutum almıştır. Buna karşılık Azerbaycan liderliği, esasen Azerbaycan’a  ait topraklarda egemenliğini yeniden tesis etmenin verdiği özgüvenle Ermenistan’la barışı tehlikeye sokabilecek, dolayısıyla Türkiye’nin Güney Kafkasya’da Ermenistan’ı da içerecek normalleşme sürecini sekteye uğratabilecek sert söylemleri dolaşıma sokmakta beis görmemiştir. Bu açıdan yaklaşıldığında, Türkiye’nin bölgeye dönük stratejik çıkarlarıyla uyumlu bir çizgi izlemekte zorlandığı gözlenmiştir. Bu itibarla, “tek milletin” çeşitli toplumsal kesimleri arasında olmasa da, “iki devletin” çıkarları arasında bölgedeki makasın açılmakta olduğunu çağrıştıran bir yolu izlemeyi yeğlemiştir.  

Örneğin, Azerbaycan Rusya’nın Ukrayna’da geniş çaplı ikinci işgâl harekâtına başlamasından hemen önce 22 Şubat 2022’de Putin’le beraber 43 maddeden oluşan “Müttefiklik Faaliyetleri Hakkında Beyanname”nin altına imza attı. Ticaret, ekonomi, güvenlik, savunma ve enerji işbirliği gibi çok geniş bir alana yayılan bu beyannameyle önemli taahhütler üstlendi. Azerbaycan yönetimi bununla da yetinmedi, 18-19 Ağustos 2024’te Putin’in Bakü ziyareti vesilesiyle Rusya’yla yine çok geniş bir yelpazeyi kapsayan bir dizi anlaşma imzaladı. Bu anlaşmalar arasında toplam uzunluğu yedi bin kilometreyi aşması öngörülen Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru’nun modernize edilmesi ve kapasitesinin artırılması da yer aldı. Sözkonusu ziyaret münasebetiyle Lavrov’un, Kuzey-Güney aksını (İran-Azerbaycan-Ermenistan-Rusya) desteklemek üzere Zengezur Koridoru’na dair ifadeleri ile Türkiye’nin ve Türk Devletleri Teşkilâtı’nın (TDT) ortaklaşa belirlediği Doğu-Batı koridorunun öncelenmesi hedefi arasındaki çelişkinin en azından görünürde arka plana itilmesini sorunlu görmediğini ortaya koydu. Halbuki, sergilediği bu eğilim hem Türkiye’yle, hem 2013 yılından bu yana TDT bünyesinde üstlendiği taahhütlerle uyumlu değildi. 

Azerbaycan-Rusya ilişkilerinin özellikle Ukrayna’nın işgâlini izleyen son üç yıldır içinde bulunduğu girift süreçte tarafların birbirinden ne alıp verdiğinin tüm ayrıntılarına vakıf olmak tabiatıyla mümkün değildir. Diğer yandan, 1918’de ilân olunan bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’ne Kızıl Ordu’nun işgâliyle son verilmesine ve Ocak 1990’da Sovyet birliklerinin Bakü’de gerçekleştirdiği kanlı bastırma hareketine (Kanlı Ocak) rağmen bugün itibarıyla Bakü’deki yönetim katlarında Sovyet döneminden miras kalan düşünce ve davranış kalıplarının Azerbaycan sahnesinde etkilerini halen koruduğu gerçeği tüm çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Bu ekolün, Türkiye’yle ilişkilerin tayininde de şüphesiz önemli bir rol oynamakta olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla, tek milletin genel çıkarlarıyla iki devletin önceliklerinin çeliştiği durumlar iki ülke arasındaki ilişkilerde zaman zaman gerilime yol açan söylem ve davranışların sergilenmesine zemin oluşturabilmektedir. 

Her hâl ve kârda Azerbaycan-Ermenistan arasında kalıcı bir barışın sağlanmasına kapıyı açan barış anlaşmasının metni üzerinde çok büyük ölçüde mutabakata varılmış olması Güney Kafkasya barışı açısından kritik önemdedir.   

Nihaî barış anlaşması sürecinin son aşamasının, Ukrayna’da ateşkes ve sonrasında barışa giden bir çözüm şekli üzerinde ABD-Rusya’nın ikili düzeyde başlattığı temaslarla hemen hemen aynı tarihlere denk gelmesi bir tesadüf müdür, yoksa Azerbaycan’ın böylesi bir gelişmeyi fırsat olarak görmesi midir sorusunun, spekülatif nitelikte olsa da, ayrıca değerlendirilmesi düşünülebilir.   

Barış anlaşması metni içinde her iki ülkenin halihazırdaki sınırları tanıyacağı, dolayısıyla birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı göstereceği hükmünün yer alması kaçınılmazdır. Bu metin imzalandığında her iki ülkenin parlamentosu tarafından onaylanması, dolayısıyla iç hukuklarının ayrılmaz bir parçası olması gerekeceği açıktır. Bu itibarla, anlaşmanın hukuken geçerli olmasında her iki devletin anayasa mahkemesinin onayının da alınması icap edecektir. Son aşamayı ise, anlaşmanın BM’e resmen tescil ettirilmesi oluşturacaktır.  

Meselenin siyasî ve hukukî tablosu bu şekilde tanımlandığında Ermenistan Anayasası’nın, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü haleldar etmeyecek şekilde tadil edilmesi de ister istemez Paşinyan yönetiminin üstlenmesi gerekecek bir hukukî zorunluluk olacaktır. Nitekim, Paşinyan’ın ve çevresindeki yetkililerin son zamanlarda verdikleri beyanlara bakıldığında Anayasa tadilatını dışlayan bir eğilim sergilemedikleri görülmektedir. Bunun için Paşinyan yönetimine fırsat ve zaman verilmelidir. Bu itibarla, Azerbaycan yönetiminin Ermenistan anayasası tadilatını mevcut koşullarda bahane edip, barış sürecinin önüne engel çıkartmaması önemli ve öncelikli bir meseledir. 

Nihaî barış anlaşmasının imzalanmasına paralel olarak Minsk Grubu’nun lağvedilmesi doğal bir sonuç olacaktır. Otuz yıldır ABD-Rusya-Fransa üçlüsünün sultası altında kalan ve Azerbaycan-Ermenistan arasında barışa varılmasını sağlamaktan uzak, Ermenistan lehine statükocu bir yaklaşım sergileyen bu Grubun, barış anlaşmasıyla birlikte varlık nedeni ortadan kalkacaktır. 

Türkiye ne yapmalı? 

Azerbaycan-Ermenistan arasında nihaî barışa giden kapı iyice aralanmıştır. Türkiye, mevcut ivmeyi her yönü itibarıyla desteklemeli ve anlaşmanın bir an evvel imzalanması için azamî gayret göstermelidir. Bu bağlamda, anlaşmanın imzalanmasına ev sahipliği yapmak yönündeki girişimlere behemehal başlamalıdır. 

Mevcut barış zeminini güçlendirmek üzere Türkiye-Ermenistan sınırını belirlenecek bir tarihte açacağını ilân etmeli ve vakit geçirmeksizin iki ülke arasındaki normalleşme sürecine destek vereceğini resmen açıklamalıdır. Bu çerçevede, karşılıklı mutabakata dayalı olarak, her iki ülkede büyükelçilik açılmasını, dolayısıyla resmî ve açık diplomatik ilişkilerin kurulmasının sağlanmasını üstlenmelidir. 

Azerbaycan’ı Nahçıvan’a doğrudan bağlayacak Zengezur Koridoru dahil Türkiye-Ermenistan-Azerbaycan arasındaki tüm ulaşım hatlarının ayrıma tabi tutulmaksızın süratle işler hale gelmesini hedeflemeli ve bunun için her üç ülke yatırımcılarına teşvik vermelidir.  

2010 yılından bu yana Türkiye’nin öncülüğünde yürütülen Orta Koridor’u, Ermenistan’ı da kapsayacak şekilde ikili, üçlü ve çoklu (Türk Devletleri Teşkilâtı) çerçevelerde önceleyecek, Ermistan’ı bölgesel entegrasyona dahil edecek, dolayısıyla bölgesel ekonomik ölçeğe katma değer getirecek bir yol izlemeyi tercih etmelidir. Bu meseleyi, sadece ekonomik-ticarî yönüyle değil, stratejik değeri itibarıyla değerlendirmeyi yeğlemelidir. Bu bağlamda, Azerbaycan-Ermenistan barış anlaşmasının kendisine Doğu-Batı ekseninde Güney Kafkasya’yla sınırlı kalmayacak ölçekte stratejik getirileri olacağını hesaplamalıdır. Bu hedef doğrultusunda ilgili tüm paydaşlar nezdinde Orta Koridor’u yoğun şekilde tanıtmaya yönelmeli; bölgesel ve küresel düzlemlerde gündemin üst sıralarında yer almasına öncelik vermelidir.  

Mevcut bölgesel ve küresel tabloya baktığımızda, Türkiye’nin önüne, Avrupa-Türkiye-Güney Kafkasya-Orta Asya kuşağında değerlendirilmesini zorunlu kılan bir fırsatlar manzumesi çıkmıştır. Bu çerçevede, dar politik hesaplardan uzak stratejik bir yaklaşım ışığında ve zamanın ruhunu yakalayacak bir anlayışla Azerbaycan-Ermenistan barışından, bölge ve bağlantılarıyla birlikte bölge dışı alanlarda ulusal çıkarlarını güçlendirecek yönde yararlanması doğal bir tercih olacaktır. 

Fatih Ceylan

Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.) 
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı. Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.

Bülten Aboneliği

Sosyal Medyada Paylaşın

PDF Kaydedin / Çıktı Alın

Editörün Seçtikleri

Copyright @ 2025 Global Academy. Design & Development brain.work

Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına / yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.